Zifiri karanlıkta kapıya dikiliyorlar. Karanlık elleri ve kirli yüzleriyle, o bildik kırmızı çarpıyı, kapınıza, kalbimize ve aklımıza atıyorlar. İnsanı, insan türünün düşmanı getirmiş bu iklimde asıl çarpılar vicdanlara atılıyor. Herkes iyi bakmalı; Malatya’daki kırmızı çarpıların yaraladığı izler gönüllerimizde var mı? Malatya’da, Alevi nüfusunun yoğun olduğu bir mahallede on üç evin kapısı, o kırmızı çarpı ile işaretlendi. Amaç sadece on üç Alevi hanesi değildi. 20 milyon Alevi üzerinden korkuyu, gerilimiz toplumsallaştırmaktı.
Aslında o kırmızı çarpılar, Türkiye’nin üzerine atılmıştı. Üstüne alınan pek de fazla olmadı. Korku ve gerilim yaratma politikasının adresleri bellidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmen tanımadığı ve ötekileştirdiği kimliklerdir. Maraş’tan kalan ve öğretilmiş alışkanlıkları var. Asırlık komşuluklar sürmesine karşılar. Yöntemleri hep aynıdır. Korku salmak, tedirgin etmek, gerilim yaratmak ve göçe zorlamak. Farklı ve öteki olanı hücresine hapsetmek. Ötekinin öteki ile temasını engellemek. İddia edildiği gibi, kırmızı çarpılar “üç beş kendini bilmez çocuk işi” değildir. Resmi siyasi söylemlerin ve iktidarın makro ve mikro politik retoriğinin, farklı ama bir arada olma kültürüne karşı tutumların ürünüdür. Devlet müfredatından mezun edilmiş, “dindar ve kindar nesillerin” ürünüdür. Israrla yaşatılan ve yeniden güncelleştirilen tarihsel nefret fetvalardır. Ve, Alevilere yönelik kin kusmalarının yaşatılması politikasıdır.
Aleviler ilk kez kırmızı çarpılara maruz kalmıyor. Osmanlı’dan günümüze tanık olduğumuz bu yok sayma, inkar, dışlama ve ötekileştirme politikalarının bir sonucu olarak, bu ve benzer oyunlar, Aleviler üzerine kurulur. Kapılara kırmızı çarpı koymak, özellikle Maraş Katliamı’ndan sonra bilinir halen gelen, korku ve gerilimi toplumsallaştırmanın bir yöntemi olarak bilinir. Kırmızı çarpı, “bizden değilsiniz” ve “katliniz vaciptir” mesajı verir. Alevi olmak ve öteki yerine konulup dışlanmak kolay değil. Resmi kayıtlardan tutun, kapılarınıza kadar üzerinize kırmızı çarpı atarlar. Üzücü yanı vardır. “Yurttaşlık görevlerinizde” sizden tam sorumluluk beklenir. Yerine getirseniz dahi, siz yine de “yurttaş” sayılmazsınız. Yurttaş olmadığınız için de, hak eşitliğinden ve kamu hizmetlerine “eşit” erişimden muaf tutulursunuz. Vali olamazsınız! Üst düzey bürokrat olmanıza izin verilmez. Zira devletin resmi kayıtlarında, siciliniz kırmızı boyalı kalemle yazılıdır. Kapılarınıza kırmızı çarpılar atılır. Sivas’ta, Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da ve Gazi’de topraklarınız kan kırmızısı ile boyatılır. Devletin kilit noktalarında ise “kırmızı sakıncalı” bulunur. Devletin resmi ideolojisinde ve eğitim müfredatında adınız, “kızılbaş, soyadınızın rengi “kırmızı”dır.
Kızılbaş olmak kolay değil. Sana hayatı öyle dar ederler ki, sabah çocuklarınızı “sakın Alevi, kızılbaş olduğumuzu kimseye söyleme“ diye tembihleyerek okula gönderirsin. Alevileri katleden Yavuz’lu kanlı tarih, o çocuklara “şanlı tarih” diye okutulur. Derste ses çıkarılmaz. Ramazan’da sahur vakti, kimse şüphelenmesin diye lambayı açıp, uyumaya devam etmek, Alevilerin payına düşen başka bir zülümdür. Mahallenin ve işyerindeki muhafazakâr baskıya çalım atmak için, oruç tutarmış gibi yaşarsın. Korkudan cenazeni dahi, Cemevi’nde değil, camiden kaldırırsın. Elini kalbine koyarak Gülbang yerine, anlamadığın dilden, okunan dualara, elini açıp amin demek zorunda kalırsın.
Zordur Alevi olmak.
Bu insanlık suçu kötülüklerden ders almak ve bunların yeniden tekrarlanmamasına çalışmak için, ülkeyi yönetenlerin dertleri arasında sayılmaz. Alevilerin taleplerine çözüm bulmazlar. Aleviler, siyasi odakların kendi siyasal hesapları ve hedefleri için sadece istismar alanıdır. Herkes kendi payına Alevilerden nemalanmaya çalışır hak talep edemez Alevi. “Bölücülük yapmayın” cevabı alır. Kırmızı çarpılar kalbini kanatacak derinlikte çizilir. Acıyı Alevi hisseder. Herkesin acısına merhem, yangınına itfaiye olup koşan Alevin, acısı duyulmaz, yangınını söndürecek itfaiye bulunmaz. Malatya’daki kırmızı çarpılar, Alevilerin dışında kimsenin de fazlaca umurunda olmamıştır. Basit bir iki “basına çıkmak” açıklaması ile günah çıkarılmıştır. 78 milyon Türkiyeli, o on üç kapıdaki kırmızı işareti kendi kapısına ve Türkiye’nin üzerine atılmış olduğu gerçeğini kavrayamadı. Alevilerin bile içselleştiremediği bu acı hakikatleri, Alevi olmayanın nasıl içselleştireceği sorusu elbette ortada duruyor. İtfaiye gibidir Aleviler. Herkesin yasına göz yaşı olur koşar. Herkesin yangınına su olur söndürmeye çabalar. Ama Madımak’ta, Maraş’ta ve Malatya’da susuz kalırlar. İnsan haklarının en önünde yürürler. Her toplumsal kesimin, ötekileştirilmişlerin ağıtlarına onlar koşar. Hakları gasp edilmişler olarak, insan hakları raporlarına ise, sadece dip not derinliğinde düşerler.
Aleviler herkes olur, ama galiba bir kendileri olmadıkları için, Malatya’da yalnız kalırlar.
Aleviler her yerde işaretleniyor. Maraş, Malata’ya Sürgü, İstanbul, Didim, Bursa, Adıyaman, Ankara ve Hatay’da kapılarına kırmızı çarpı olan evlerde Aleviler ikamet ediyordu. Almanya’da, Müllheim Cemevi’de de işaretlendiler. Aleviler suskun, sindirilmiş ve endişeli halleriyle, çarpılı travmaları “atlatmaya” çalışırken, Türkiye’nin o koca adalet arayış hareketleri Malatya’da, Türkiye’de sokağa çıkmıyordu. Kırmızı çarpılar karşısındaki toplumsal duyarsızlığın, vicdan attığı çiziklerin iç kanatıcı acısı, kapıdaki çarpılardan daha da endişe verice hal alıyor. Toplumsal muhalefet dinamikleri birbirinin kapısına kırmızı çarpı atılmasına müsaade etmeyecek, sahiplenmeleri ortaya koymalıdır. Alevilerin kapısını Sünniler korumadan, adaletin, hukukun, demokrasinin ve barışın kapısında hep birlikte nöbet tutmaz isek, ellerinde “kırmızı boyaları” olanları etkisiz kılmakta mümkün olmayacaktır.