Yasal Tanınmazlık ile Görünür Meşruiyet Arasındaki Gerilimde Türkiye’de Aleviler
Doç.Dr. Şükrü Aslan[1]
Fikriye Yücesoy[2]
Türkiye’de bir inanç kimliği olarak Aleviler söz konusu olduğunda kuşkusuz tarihsel dışlama deneyimleri, kitlesel imha girişimleri, yasaklamalar gibi pek çok olumsuz bağlam akla gelir. Fakat yaklaşık son otuz yılın deneyimlerine bakılırsa herhalde en çok dikkat çeken husus Alevilerin giderek daha fazla görünür olmalarına karşın, yasal olarak hala kimlik ve eşit yurttaşlık taleplerinin kabul edilmemiş olması ve bunun yarattığı çok boyutlu gerilim gelir. Bu, o kadar çelişkili bir durumdur ki bir yandan yeni Cemevleri açılmakta, bazıları için yer tahsisi yapılmakta ve hatta bazıları devletin en üst düzeyinden yetkililer tarafından ziyaret edilmekte, muharrem ayında iftarlar yapılmakta ama yine de yasal olarak tarif edilmemiş ve temel hakları güvence altına alınmamış bir tür periferik kimlik olarak kalmaya devam etmektedir.[3]
Bu “kendine özgü” toplumsal manzara özellikle hükümet yetkililerinin Alevi toplumuyla kurdukları ilişki biçiminde daha somut pek çok açıdan izlenebilir. Sadece son on yılda tanık olduğumuz bu ilgi ve ilişkinin niteliği oldukça fikir vericidir. 2007 yılı Muharrem ayında Diyanet İşleri Başkanlığı Cem Vakfı tarafından seçilen Alevi Dedelerini, “Alevileri bilgilendirmeleri için” Almanya’ya göndermiştir.[4] 2011’de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Zeytinburnu Kazlıçeşme’de bulunan Erikli Baba Kültür Derneği ve Cemevini ziyaret etmiş; dernek başkanı Metin Tarhan’a hediye takdim etmiştir.[5] 2011 yılında 22 yıl aradan sonra ilk kez bir vali Sivas’ta Pir Sultan Abdal Kültür Şenliklerine katılmıştır.[6] 2013 yılında yine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Çankaya Köşkü’nde Muharrem Ayında Oruç Açma yemeği vermiştir.[7] 2013 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Erzincan Şubesi Cemevi’ni ziyaret etmiştir.[8] 2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı 100 Alevi Dedesini Necef’e, Kerbela’ya ve Umre’ye götürmüştür.[9] 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı, “Aşura Günü ve Kerbela Şehitlerini Anma” etkinlikleri çerçevesinde İstanbul Eyüp’te bulunan Bahariye Mevlevihanesi’nde Muharrem iftarı vermiştir.[10] 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Batı Trakya’da Dedeağaç’a bağlı bir köyde bulunan Bektaşi Dergahını ziyaret etmiştir.[11] Ve son yıllarda adet olmak üzere Diyanet İşleri ve hatta Cumhurbaşkanlığı tarafından Muharrem İftarları düzenlemiştir.[12]
Burada sadece bir kısmını seçtiğimiz bütün bu örneklerde görüldüğü gibi hükümet yetkilileri Türkiye’de Alevi toplumuyla yakından ilgilidirler. Alevi toplumunun kurumlarını ziyaret etmekte, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tunceli Cemevini ziyaretinde içeriye girerken ayakkabılarını çıkarması örneğinde olduğu gibi saygı göstermekte; resmi görüşmelerinde Alevi kurumlarına yer vermektedirler vb. Ne var ki saygıyla ziyaret ettikleri bu mekanların kimlik dünyasını olduğu gibi kabul etme ve sürekliliği ve güvenliği için yasal düzenleme yapmak sözkonusu olduğunda bütün bu aktiviteler ve aktörler yerini derin bir sessizliğe bırakmaktadır.
Bu sürece Alevi toplumunun yönünden baktığımızda kuşkusuz en önemli gelişme giderek artan örgütlülük düzeyi ile çok daha fazla görünür olmaya devam etmesidir. 2013 yılında en fazla Çorum, Sivas ve Tokat olmak üzere Türkiye’de 81 ilde toplam 937 Cemevi vardı. 2014 yılında Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir yazıya göre iki bine yakın Alevi Derneği mevcuttu[13]. Bunlar dışında Yol TV, TV10, Barış TV ve CEM TV gibi yayınlarında ve politikasında Alevi kimliği baskın TV kanalları vardı. (Bunlardan ilk üçü OHAL sürecinde kapatılmıştır.) Ayrıca aktif şekilde haber takip edilebilecek dört internet haber sitesini de bu külliyat içerisinde sayabiliriz.[14] Her ne kadar bu alanda üretilmiş resmi veriler yoksa da bugün Alevi inanç ve geleneğiyle ilişkili olan binlerce kurumdan sözetmek abartı değildir.
Sadece bu görünür durum bile Alevilerin Türkiye’nin kültürel/toplumsal haritadaki yerinin gayet net şekilde çizilmiş olmasını gerektirir. Başka bir deyişle bu toprakların bütün diğer renkleri için olduğu gibi Alevilerin de kimliklerine dair yasal güvencelerin açık bir biçimde inşa edilmiş olması gerekir. Ne var ki Aleviler bir yandan kendi kimliksel alanlarını genişletirken, muhatabı olan siyasal kurumlar yani hükümetler/iktidarlar ise bu alanın yasal ortamını inşa etmekte güçlü direnç göstermektedirler.
Öte yandan bu durumun hem Aleviler hem de muhatabı politik iktidar için getirdiği çok farklı stratejiler söz konusudur. Aleviler, ‘eşit vatandaşlık’ ve ‘yasal tanınma’ taleplerini ısrarla tekrarlarken, hükümetler daha günlük bazı taleplerle ilgili çeşitli girişimlerde (çalıştaylar, sempozyumlar, din dersleri kitaplarına Aleviliği ekleme vb.) bulunmaktadır. Ancak bütün bu girişimler gerilimi çözmek şöyle dursun daha da derinleştirmekte; güvensiz ortamı da arttırmaktadır. Bu ilginç ve çelişkili görünüm Türkiye’nin “sorunlar hıyerarşisinde” Alevilerle ilgili olan kısmın daima en üst noktalarda kalmasını teşvik etmektedir. Dolayısıyla ilgili tüm kesimlerde buradan nasıl çıkılacağı ya da bu sürecin nereye evrileceği sorusu da güncelliğini korumaktadır.
Kültürel/Kimliksel Üretim, Siyaset ve Hukukun Kesişim Noktasında Aleviler
Uzunca bir süredir ama Türkiye’de Alevi toplumu tarafından gerçekleştirilen kimliksel kültürel üretimin artışı ile onun hukuk ve dolayısıyla siyaset alanında bulduğu karşılık; bu üç ana alanın ilişkiselliğine bakmamızı gerektiriyor. Zira toplumsal gerilim kültürel kimliksel üretim ancak hukuk ve siyasetin ilişkiselliği içinde oluşan manzarada anlam bulur. Birincisinin yani kültürel/kimliksel üretimin artışı küreselleşmenin de etkisiyle Alevilerin hem Türkiye’de hem de dünyanın pek çok bölgesinde görünür olmalarını sağlamıştır. Görünürlük ve meşruiyet arasında doğrudan bir bağ var ve Alevilere dair yaygın ve şikayet edici edayla söylenen “eskiden böyle şeyler yoktu” ifadesinin, yerini artık bir genel fiili kabul almıştır. Bu durum eskiden olmayanın değil, olduğu halde görünmez kılınanın görünür hale gelmesidir. Üstelik geleneksel ekonomik tarzların baskın olduğu zamanın kırsal olgusu olarak da değil, modern zamanların kent hayatının tam merkezinde kendini ifade eden “yeni” bir sosyal olgu olarak.
Türkiye’de Cemevlerinde ilk cenaze erkanının görünür olması elbette bu yeni sürecin ilk ve en ilgi çekici olayı olarak ve kendi dışındaki dünyadan çok kendisi için muazzam kıymette bir deneyim olmuştur. Zira geleneğinde cenazesini camiden kaldırmamış bir toplumun bireyleri için bunun anlamını farketmek için toplumsal hallerin derin bir bilgisine sahip olmaya gerek yoktur. Bu süreç Alevilerin gündelik inanç ve kimlik pratikleriyle görünür alana çıkmalarını teşvik etmiş ve konjoktürel koşulların da desteğiyle adeta “patlatmıştır”.
Görünürlük kaçınılmaz olarak yeni siyasal ve toplumsal ilişkilerin kurulduğu yeni bir mecra anlamına gelir. Bu hem bireysel hem de toplumsal olarak böyledir. Bir yandan Alevi bireyler yeniş bir toplumsal yapıda kimliklerini inşa ederken, diğer yandan farklı toplumsal kesimlerle “kendileri olarak” temas kurabilme olanağı bulmuşlardır.
Ama bu yeni kimliksel inşa ve görünümün siyaset alanıyla kurduğu ilişki oldukça çelişkili ve gerilimlidir. Kimi zaman politik yöneticilerin ağır ve suçlayıcı söylemleri bazen de yüceltici ve hatta Alevi kimliğini kendince tanımlayan gayretkeş bir kimlik inşacı dil öne çıkmıştır. Aleviler ile hakim siyaset arasındaki ilişki genellikle eşit seviyede ve kabule dayanan bağ kurma başarısını içermeyen bir temas alanı olarak kalmıştır.
Hukuk alanı ise Aleviler ile hakim siyaset arasındaki ilişkide adeta edilgen ya da daha uygun bir ifadeyle edilgenleştirilmiş bir alan olarak yer almıştır. Bu iki anlamda böyledir. Bir yandan hukuk kurumları tarafından verilen kararların bir kısmı siyasal pratikleri destekler biçimde işlev görürken, hakim siyasal gidişe aykırı kararlar çoğunlukla uygulanmamış; kağıt üzerinde kalmıştır. Böylece denilebilir ki Alevi toplumunun kültürel /kimliksel talepleri hukuk ve siyaset arasındaki bir arızalı yolda takılmıştır. Dolayısıyla Alevi toplumunun görünürlüğü ve eşit yurttaş olma talebinin hukuk alanında bulduğu karşılık, siyaset alanıyla kurulan ilişkilerde olduğu gibi gerilimli bir durum olarak kalmıştır.
Türkiye’de Alevi toplumunun görünürlük halinin resmi metinlere girmesi ya da daha doğru bir ifadeyle “anayasal güvence”ye bağlanmasının nasıl zorlu bir süreçten geçtiğini anlamamızı mümkün kılan bu arızalı ya da gerilimli durumun somut ve açıklayıcı örneklerinden birisi yakın toplumsal tarihimizde Anadolu’da gerçekleştirilen bazı Alevi katliamlarının hukuksal öyküsünde izlenebilir. Bu bakımdan Alevilerin açıkça hedef haline getirildiği Maraş, Çorum, Sivas gibi kitlesel imha girişimlerine dair hukuksal serüvene bu açıdan bakmak gerekir.
Yakın Dönem Alevi Katliamlarına İlişkin Siyaset-Hukuk Deneyimleri
Alevilerin yaşadıkları şiddet ve katliam girişimlerinin hukuksal seyrine baktığımızda yıllarca süren davalardan bu kimliğe ilişkin siyasal dışlayıcı yaklaşımın etkisini ve Alevilerin, güvensiz ve kaygan bir ortamda yaşadıklarına dair hissiyatı açık bir biçimde görebiliriz. Sanıkların doğru düzgün bir yargılama sürecinden dahi geçmedikleri davalarda aradan geçen uzun yıllar neticesinde af, beraat veya zaman aşımı gibi kararların verilmesi ve sonuç olarak katliam aktörlerinin cezasız kalması vb. bu dışlayıcı iklimin devam etmesine katkıda bulunmuştur.
Örneğin 1978 yılı Aralık ayında gerçekleştirilen ve 120 kişinin öldürüldüğü, 210 evin ve 100’e yakın iş yerinin tahrip edildiği Maraş Katliamı davası 23 yıl sürmüştür. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan 804 katliam sanığından 29’u idam, 7’si müebbet hapis, 7’si 15-24 yıl, 29’u 10-15 yıl, 259’u 5-10 yıl, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezasına çarptırılmıştır. 379 kişi beraat ederken 68 kişi hakkındaki dava ise firarda oldukları veya dava sırasında öldükleri için düşmüştür. Ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilerin cezası 1/6 oranında indirilmiş ve sonuç olarak bu cezalar işlevsiz kalmışlardır.[15]
Aynı şekilde 1980 Çorum Katliamı Davası da 23 yıl sürmüştür. 1983’de başlatılan süreç 2006 yılına kadar devam etmiş; kimi sanıklar çeşitli cezalara mahkum edilmiş ancak ‘bazı sanıklar bulunamadığı veya kimlikleri tespit edilemediği’ gerekçesiyle 22 Mayıs 2006 da bu dava gündemden düşmüştür. Bunun üzerine dava AİHM’e taşınmıştır.[16]
Çorum Katliamı davası müdahil avukatlarından Sadık Eral, bu davanın hala görülmediğini, katliamdan sonra da davaya münferit, bağımsız, sıradan olaylar olarak bakıldığını belirtir:
“Çorum davasının hepsi Erzincan’da, sıkıyönetim askeri mahkemesinde görüldü ve Çorum olaylarında mağdur olan, yaralanan, işkence görenler Aleviler olduğu halde Aleviler sanık olarak yargılandılar. Olaylara katılmış olmaktan dolayı, meşru müdafaa yapmış olmaktan dolayı tutuklandılar, ceza evlerinde yattılar, bedel ödediler, avukatlara para verdiler. Çorum – Erzincan yollarında çekilen sıkıntıların tarifi yok. Çorum olayları toplu bir Çorum olayları davası olarak görülmedi. (…) Müstakil, sıradan, vaka-i adliyeden, münferit, bağımsız, küçük olaylar olarak davalara bakıldı. Çünkü toplu bir kalkışma olsaydı devlete isyandan katliama kalkışmaktan dolayı idamla yargılanacak insanlar daha az cezalarla yargılandılar ve arkasından çıkan aflarla ceza evinden dışarı çıktılar hepsi, tahliye oldular. Davaları parçalayarak, bütünlüğünü kaybederek deliller araya gitti.”[17]
Bir başka örnek olarak 1993 de Madımak Oteli’nde 33 kişinin diri diri yakıldığı Sivas katliamı davasında da 125 sanık, Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) hakim karşısına çıkmış ve ilk karar, 26 Aralık 1994’te verilmiştir. 85 sanık, 2 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırılmış, diğer sanıklar beraat etmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 1997 yılında müdahil avukatlarının temyiz ettiği davayı bozmuş ve yeniden yargılama sonucunda 33 sanık hakkında idam cezası verilmiştir. Ancak bu karar, bir yıl sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yeniden bozulmuştur. Sanık sayısı da 125’ten 33’e inmiştir. 2000 yılında kararını açıklayan Ankara 1 No’lu DGM, 33 sanık için “idam” 9 sanık 7 yıl 6’şar ay, 4 sanık 20’şer yıl, 1 sanık 15 yıl, 1 sanık 5 yıl hapis cezası vermiştir. 33 sanık hakkında verilen idam kararı ise 2002 yılında müebbet hapis cezasına çevrilmiş ve dahası 2012 yılında davanın zamanaşımına uğradığı yönünde karar verilmiştir.[18] “Mahkeme Başkanı, ‘İnsanlık suçunda zamanaşımı olmaz ama bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesi gerektiğini savunmuştur.[19] Bunun üzerine bu dosya da Anayasa Mahkemesine taşınmıştır.”[20]
Benzer bir örnek de Gazi Mahallesi katliamıdır. 1995 yılında Gazi katliamı davasında da 20 polise Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılmış, ama ‘güvenlik gerekçesiyle’ Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşınmıştır. Dava üç şehir gezdikten sonra 2011 yılı Kasım ayında sonuçlanmıştır. Polis Adem Albayrak hakkında, TCK 50. maddesine göre indirim yapılarak 3 yıl 24 ay hapis cezası ve 9 ay kamu hizmetlerinden geçici mahrumiyet kararı verilmiştir. Mehmet Gündoğan ise bir kişiyi öldürmekten 1 yıl 8 ay hapis ve 3 ay kamu hizmetlerinden yasaklı olma cezası almıştır. İkisinin cezası da 4616 sayılı İnfaz Yasası’na göre ertelenmiştir. 18 polis ise beraat etmiştir. Ceza alanlar davadan kısa süre sonra polisliğe geri dönebilmiştir. Öldürülenlerin yakınları, davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşımış, mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2.maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ve 13. maddesinde düzenlenen milli makamlara başvuru yollarının kapatılması hükümlerine aykırı davrandığı sonucuna varmış ve Türkiye tazminata mahkum olmuştur.[21]
Bu örneklerde görüldüğü gibi açıkça Alevi toplumunun hedef alındığı ve çok sayıda Alevi yurttaşın öldürüldüğü kitlesel saldırılarda bir dizi mahkeme bir türlü kamu vicdanını tatmin eden, bu kimliğin bireylerine ve haklarına tercüman olan bir karar verememiştir. Bu yönde karar verilmiş gibi görünen örneklerde ise, sonradan zamanaşımı vb. gerekçelerle önceki kararlar işlevsiz hale getirilmiştir.
Alevi Kimliğinin En Temel Hak Arayışı Olarak Eğitimde Hukuksal Deneyimler
Alevilerin hukuk alanındaki mücadelesi sadece kendilerine yönelik saldırılara ilişkin arkaplan bilgisinin ortaya çıkarılması ve saldırganların cezalandırılması talebiyle sınırlı olmamıştır. Bizzatihi bir hak alanı olarak açılan başka davalardan da sözedebiliriz ki bunun önemli bir örneği Sunni İslam eğitiminin zorunlu olmasına karşı verilen hukuk mücadelesidir. Çok uzun süredir Türkiye’de Alevi ailelerin çocukları hemen her seviyede okullarda “Din Dersi” görmekte ve fakat bu ders Alevi inancını içermediği için gündelik hayatta da çok fazla sorun ve gerilime konu olmaktadır. Yakın dönemde bu alandaki gerilimler de siyaseten çözüme odaklı ilgiyi görmeyince kaçınılmaz olarak “hukuk” alanına taşınmıştır. Bu talep önce ilgili okullara iletilmiş, okulun reddetmesi üzerine kaymakamlık ve valiliklere gidilmiş ve buralardan da ret cevabı gelmesiyle İdare Mahkemesine başvurulmuştur. İç hukuk yollarını tüketen bazı aileler davayı AİHM’e taşmıştır.
Kuşkusuz bu konuda Türkiye’de dava açabilmek de çok kolay bir iş değildir. Hakim kültürün yarattığı hükmedici ortam nedeniyle tereddütler ve çekingenlikler yaşanmakta; bu da hukuki mücadele girişimlerini bir ölçüde engellemektedir. Bununla birlikte aşağıda örneklerini göreceğimiz bir dizi dava açılmıştır. Bu taleple ilgili bazı yerel mahkemeler dersin içeriğinin Aleviler açısından yetersiz olduğu, Alevilerin inançlarına aykırı olduğu, din ve vicdan özgürlüğü ilkesine uygun olmadığı gibi gerekçelerle ve temel hak ve hürriyetler kapsamında Alevi ailelerin taleplerini haklı bulmuştur. Bununla birlikte bu talepleri yersiz bulan ve bu yönde karar veren mahkemeler de vardır. Aşağıda seçerek verdiğimiz bazı örneklerde görüldüğü gibi bu süreç sözkonusu gerilimin bir aynası işlevini görmektedir.
2001 yılında Hasan Zengin 7. Sınıf öğrencisi kızı Eylem Zengin’in Alevilikle ilgili bilgilerin yer almadığı din derslerine girme zorunluluğunun kaldırılması için önce İstanbul Valiliği’ne, ardından İstanbul İdare Mahkemesi’ne ve son olarak Danıştay’a başvurmuş ve tümünden de olumsuz yanıt aldıktan sonra Türkiye’de iç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle, konuyu AİHM’e taşımıştır.”[22] AİHM Türkiye’yi suçlu bulmuş ve tazminata mahkum etmiştir.
2005 yılında Ali Kenanoğlu “İstanbul Valiliği’ne başvurarak oğlunun zorunlu din derslerinden muaf olmasıyla ilgili bir dilekçe vermiştir. Valiliğin bu talebe otuz gün geçtiği halde yanıt vermemesi üzerine İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne yürütmenin de durdurulması talebi yani öğrencinin din derslerine girmemesi talebiyle başvurulmuş ve mahkeme 30.12.2005 tarihinde yürütmenin durdurulması kararı vermiş ve dava görüşülmeye devam etmiştir. Valilik yeniden bir üst mahkemede itiraz etmiş ve itirazı kabul edilmiştir. Daha sonra İstanbul 5. İdare Mahkemesi verdiği kararda, ‘Zorunlu olarak okutulan Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi dersinin dava dilekçesinde dini ve felsefi inancına uygun olmadığını belirten davacının herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın, temel hak ve hürriyetlerden olan dini inanç özgürlüğünün uygulanması kapsamında çocuğunun zorunlu sayılan Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi dersinden muaf tutulması gerektiği sonucuna varmıştır’ denilmiştir. Böylece öğrenci tekrar din dersinden muaf olmuştur. Bu karara Valilik yine itiraz etmiş olup, Danıştay’da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin bu içerikle Alevi bir öğrenciye zorunlu tutulamayacağını belirlemiştir.[23]
2009 yılında Sivas İdare Mahkemesi, Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersinin teorik ve pratik uygulamasının farklı olduğu ve derste verilen eğitimin ailenin dini görüşlerine aykırı olduğu gerekçesiyle, çocuklarının din dersinden muaf tutulmasını isteyen aileyi haklı bulmuştur.”[24]
2009 yılında Sakarya 2. İdare Mahkemesinde açılan davada mahkeme, ilk ve ortaöğretim kurumlarında verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin öğretim programının din kültürü öğretimine mi yoksa din eğitimine mi yönelik olduğunun saptanmasına karar vermiştir. Mahkeme tarafından bu derse ait beş ders kitabı ve öğretim programı inceletilmiş ve sonuçta Türkiye’de hakim olan dinsel çeşitliliğin dikkate alınmadığı, özellikle Alevi inancına sahip topluluğun oranının çok büyük olmasına rağmen Alevi inancına ilişkin içeriğin olmadığı yönünde değerlendirme yapılmıştır.”[25]
2009 yılında kızının din dersinden muaf olma talebi reddedilen Hüseyin El, Eskişehir Valiliği ve Milli Eğitim Bakanlığı hakkında Ankara 1. İdare Mahkemesi’nde dava açmış, dava neticesinde kızı din dersinden muaf tutulmuştur.[26]
2011’de Samsun’da Alevi bir ailenin açtığı davada mahkeme, 2 yıl süren yargılamasının ardından AİHS, AİHM kararlarına ile din ve vicdan hürriyetine aykırı olduğuna vurgu yaparak E.S.N’nin din dersinden muaf tutulmasına hükmetmiştir.[27] Birkaç yıl sonra 2016’da Antalya’ Muratpaşa’da Alevi bir aile tarafından açılan davada mahkeme zorunlu din dersi için ‘hukuka aykırılığı açık’ olduğu yönünde bir karar vermiştir.”[28]
Bu örneklerin yanında aykırı örnekler de bulunmaktadır. 2009 yılında bir davada Ankara 10. İdare Mahkemesi aldığı bir kararla, dersin mezhepler üstü olduğuna ve ders kitaplarında Alevilik konularının yeterli olduğuna hükmetmiştir. Temyiz isteminde bulunulmasının ardından Danıştay da benzer gerekçelerle İdare Mahkemesi’nin kararını onamıştır.”[29] 2016 yılında CB Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nde kızının din dersinden muaf olması için açtığı dava “yeni müfredatın “nesnel ve rasyonel” olarak değiştirildiği gerekçesiyle reddedilmiştir.”[30]
Görüldüğü gibi bu koşullarda açılan davalarda çoğunlukla olarak Alevi ailelerin talep ve iddialarının haklı olduğu yönünde sonuç çıkmıştır. Normal koşullarda bu hukuki kararların siyaseten de dikkate alınması ve uygulamanın ve ilgili yasaların yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Ne var ki bu taleplere karşı geliştirilen hükümet politikası en iyimser ifadeyle sessizlik olmuştur.
Cemevleri Yasal Statü Kazanması Yönünde Hukuki Mücadelenin Öyküsü ve Seyri
Cemevleri belki de kimlik inşa sürecinin ve dolayısıyla hukuk mücadelesinin en önemli alanı ve örneğidir. Zira Alevi toplumunun hem ibadet hem de toplanma alanları olarak çok işlevli mekanlardır. Alevi toplumunun kimliğe dair hemen tüm pratiklerinin toplandığı ve görünür olduğu yerdir. Dolayısıyla Cemevlerinin yasal güvenceye kavuşması başta olmak üzere bütün diğer talepler hukuksal girişimlere konu olmuştur.
Bugüne dek bu konuda sürdürülen hukuk mücadelelerinin seyrine baktığımızda yine hakim siyasetin bazen açıkça bir karşıt dil üreterek ama çoğunlukla sessiz kalarak bu gerilimin sürmesine olanak sağladığı söylenebilir. Aşağıda bilgileri verilen hukuki girişimler, bu gerilimin örnekleri olarak dikkat çekmektedir.
Cem Vakfı 2005 yılında Başbakanlığa başvurup “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi ve diğer inançları da kapsayacak şekilde kamu hizmeti vermemesinden şikayetçi olmuştur. Talepler arasında, Aleviliğe hukuksal statü tanınması, Cemevlerinin ibadethane olarak tanınması, Cemevi inşasına imkan tanınması, Cemevlerinin işleyişi için kamusal fon öngörülmesi ve Alevi dedelerine devlet memuru statüsü kazandırılması da vardır. 19 Ağustos 2005 de Başbakanlığın olumsuz yanıtı üzerine 1919 vatandaş Başbakanlığı Türk mahkemelerine şikayet etmiş ancak mahkemeler Başbakanlığın ret yanıtının yürürlükteki yasalarla uyumlu olduğuna hükmetmiştir. Bu karar 2 Şubat 2010 tarihinde Danıştay tarafından da onanmıştır. (…) Bunun üzerine Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan, beraberinde 202 kişiyle birlikte konuyu 2010 yılında AİHM gündemine taşımış ve dava AİHM tarafından 2013 yılında görülmeye başlanmıştır.[31]
2008 yılında “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, tüzüğündeki ‘Cemevlerini ibadet yeri olarak’ nitelendiren ifadeler nedeniyle Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında kapatma davası açmıştır. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi ise davayı, ‘Cemevleri yüzyıllardır Alevilerin ibadet yeri olarak toplumca bilinmiş ve kabul görmüştür, dernek tüzüğünde bulunan ‘Cemevleri ibadethanedir’ hükmü Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık taşımadığı gibi kanunlarla da yasaklanmamıştır’ gerekçesiyle reddetmişti. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını oy çokluğuyla bozmuştur.[32]
2015 yılında Erenler Eğitim ve Kültür Vakfı “Cemevlerinin Alevilerin ibadethanesi olarak kabul edilmesi ve giderlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinden karşılanması” istemiyle dava açmıştır. Davada İstanbul 6. İdare Mahkemesi Erenler Eğitim ve Kültür Vakfı’nın talebini yerinde bularak Cemevlerinde ibadet yapıldığını belirterek elektrik giderlerinin Diyanet bütçesinden karşılanmasına karar vermiştir. İstanbul 6. İdare Mahkemesi kararına Esenyurt Kaymakamlığı itiraz etmiştir. Kaymakamlık, ‘Aleviliğin İslam dini açısından bir zenginlik ve tasavvuf meselesi olduğu, farklı bir din olarak nitelendirilemeyeceği, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cami ve mescit dışında bir yeri ibadethane olarak kabul etme yetkisinin bulunmadığı, elektrik giderlerinin karşılanamayacağını ileri sürerek kararın bozulması istemiyle konu Danıştaya taşımış; Danıştay 13. Dairesi, kaymakamlığın talebini reddederek, oy çokluğuyla yerel mahkemenin kararını onamıştır.[33]
2016’da Alevi Kültür Dernekleri Tarsus Şubesi “cemevinin diğer ibadethaneler gibi elektrik faturasından muaf tutulması için Tarsus Adliyesi’ne başvuruda bulunmuştur. TEDAŞ’a karşı açılan ve Tarsus 3’ncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava ‘yetkisizlik’ gerekçesiyle reddedilmiş; davanın Diyanet İşleri Başkanlığı’na da açılması gerektiği” belirtilmiştir.[34]
Bu örnekler Cemevlerinin gündelik hayatta fiilen çoğalmasına karşın yasal düzeyde kabul edilmesi noktasında hala bir ölçüde güçlü bir direnç olduğuna işaret etmektedir. Bu direnç sözkonusu kurumların Aleviliğe ve Cemevlerine kendilerince bir anlam yükleme eğilimleriyle de ilgilidir. Cemevlerini ibadet yeri saymamak veya Aleviliği de sadece bir kültür olarak tanımlamak bu eğilimin yansımaları ve örnekleridir. Bu durumda Cemevlerini fiilen ibadet hane sayabilmek sadece ve ancak bazı Belediyelerin geliştirdiği bir politika olarak kalmaktadır.
Bir “Kurtarıcı Güç” Olarak AHİM’in İşlevsizleştirilmesi
Bu noktada Türkiye’nin taraf olduğu ve çoğu kez adeta bir kurtarıcı gibi algılanan uluslararası hukukun rolü önem kazanmaktadır. Bu bir bakıma yeni bir durumdur. Normal zamanlarda uluslararası hukuku temsilen AİHM tarafından verilen kararlar, ulusal hukukun üzerinde bir geçerliliğe sahip olarak kabul edilmektedir ki Türkiye’de bu prensibi kabul etmiştir. Bu nedenle AİHM’den bir karar çıktığında bir anlamda birçok sorunu çözebilecek bir araç olarak düşünülmektedir. Ne var ki verili durumun bununla da ilgisi yok görünmektedir.
Aşağıda birkaç örnekte görüleceği gibi Türkiye’de iç hukuk yollarını tüketen Aleviler zorunlu din dersinden muafiyet, Cemevlerinin ibadethane sayılması, kimlik kartındaki din hanesinden İslam ibaresinin silinmesi vb. taleplerle AİHM’e başvurmuşlardır. AHİM genelde bu talepleri uygun bulmuş fakat Türkiye çoğunlukla Alevilerin lehine AİHM’den çıkan kararları uygulamamıştır; ancak AİHM kararlarının bazıları yerel mahkemelere emsal teşkil etmiştir ve Alevilerin lehine kararlar verilmiştir. Bu kararların bazı örnekleri şunlardır:
Ragıp Zarakolu’nun sahibi olduğu yayınevinde 1997’de basılmış olan “Alevi Kimliğini tartışmak” adlı kitabın 28 Nisan 1997’de Cumhuriyet Başsavcılığına DGM’den yapılan başvuru neticesinde “ırk, din, mezhep veya bölge temelinde ayrım yaparak halkı kin ve nefrete teşvik ettiği” gerekçesiyle toplatılmasına karar verilmiştir. İtiraz ve temyiz başvurusu reddedilmiştir. 2003 yılında AİHM’e başvuran Zarakolu’na T.C. 2005 yılında 5000 Euro ödemeyi teklif etmiş ve dava AİHM’den düşmüştür.[35]
2010 yılında Sinan Işık nüfus cüzdanında din hanesinden İslam ibaresinin kaldırılması ve Alevi yazması için başvuruda bulunmuş;[36] AİHM Türkiye’nin AİHS 9.maddeyi[37] ihlal ettiğine karar vermiş ve nüfus cüzdanlarından din hanesinin kaldırılması gerektiğine kanaat getirmiştir. AİHM’in verdiği karar hala uygulanmamıştır.[38]
2010 yılında CEM Vakfı “İbadethanelere tanınan elektrik faturasını ödememe muafiyetinin Alevi mekanlarına tanınmamasına karşı başvuruda bulunmuş;[39] 2014 yılında çıkan karara göre Türkiye’nin ayrımcılık yaptığı ve AİHS’nin ilgili maddesini ihlal ettiği tespit edilmiştir.
2011 yılında Mansur Yalçın ve diğerleri şeklinde birleştirilen davada 3 aile çocuklarının zorunlu din dersinden muaf olması talebiyle AİHM’e başvurmuştur.[40] “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatında Alevilerin kültür ve felsefelerine de yer verilmesini talep etmişlerdir. Başvuranlar ayrıca, bu dersleri vermekle görevli öğretmenlerin zorunlu bir hizmet içi eğitime tabi tutulmalarını ve bir denetim ve takip mekanizması oluşturulmasını talep etmişlerdir.”[41] Sonuç: AİHM daha önceki Hasan ve Eylem Zengin davası neticesinde alınan ‘hiçbir gerekçe göstermeden din dersinden muaf olmak talep edilebilir’ kararını da uygulamadığını belirterek, din dersinin mevcut içeriğinde de revizyon yapılması gerektiğine karar vermiştir.
Burada bazı örneklerine yer verdiğimiz 2006 yılından itibaren Alevilerin eşit yurttaşlık mücadelesi kapsamında taleplerle AİHM’e gittiğini ve bütün mahkeme sonuçlarında Türkiye’nin AİHS’nin ilgili maddelerini ihlal ederek, yaptırımlara mahkum edildiğini görüyoruz. Fakat AİHM’in aldığı kararları Türkiye uygulamamıştır. Alevi çalıştayları kapsamında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin revize edilmesi söz konusu olmuşsa da Alevileri tatmin edecek hiçbir somut adım atılmamıştır. Din derslerini verenlerin Alevilikle ilgili yeterli donanıma sahip olmaması da Alevilerin konuya ilişkin itirazlarından biridir. Cemevleriyle ilgili alınan kararlarda da yine hükümetlerin somut adımı olmamıştır, sadece bazı CHP’li Belediyeler insiyatif kullanarak AİHM’in kararını uygulamaya koymuş ve cemevlerini ibadethaneden saymıştır.
Sonuç
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal ortam “yasal” ve “fiili” alanlar arasındaki sınırların çok daha belirgin olduğu; bu iki alan arasındaki bütüncül uyumdan söz edilemeyeceğini göstermektedir. “Yasal” olan kimi durumlar bizzat devlet yetkilileri de dahil, çok farklı toplumsal kesimler tarafından uygulanamayabilmektedir. Dolayısıyla kimi durumlarda fiili durum, yasal durumun önüne geçebilmektedir.
Kuşkusuz bu durum gündelik hayatın hemen her alanında geçerlidir. Fakat kimlik mücadeleleri açısından çok daha görünür bir gerçekliktir. Ulus devlet tarafından dönemin politik eğilim ve stratejilerine uygun olarak inşa edilen siyasal ve toplumsal yapı sarsılmaktadır; önceden görünmez kılınan ne varsa ortaya çıkmakta ve görünür olmaktadır. Bugünün çok renkli toplumsal kültürel haritası bu durumun bir yansıması ve sonucudur. Alevi toplumunun kimliksel olarak görünür olması da bu sürecin tekil örneklerinden birisidir.
Bu yeni toplumsal/kültürel manzara siyaseten de karşılık bulacak ve bir bakıma yasal tanımlayıcılar arasında yer alacak mıdır? Bir başka deyişle bu yeni haritadaki kültürel renkler bundan sonra da yok mu sayılacak yoksa varlıkları ve hakları yasal güvenceye kavuşturulacak mıdır?
Bu sorunun cevabı Türkiye’nin ilgili kesimlerin, konjoktürün vb. bir dizi faktöre bağlıdır. Dolayısıyla Alevi kimliğinin durumu da bu sürecin içinde şekillenecektir. Bu noktadan sonra yine bir dizi yerel ve küresel koşullar nedeniyle geriye gidiş; ulus devletin ilk yıllarındaki tek renkli haritaya dönüş olanaklı görünmüyor. Ama gerçek manada kimliksel güvence nasıl ve ne zaman sağlanabilir, bu çok açık değildir ve dahası birçok koşula bağlıdır. Belli ki Aleviler bir süre daha bu “arada kalma” halleriyle yaşamaya devam edeceklerdir.
15 Kasım 2017
[1] Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
[2] Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
[3] Bu makale, esas olarak internet üzerinden yapılan tarama ile elde edilmiş bilgi ve verilere dayanmaktadır.
[4] http://www.hurriyet.com.tr/diyanet-alevi-dedeleri-almanyaya-gonderdi-5890952 (Son Erişim: 03.11.2017).
[5] http://www.hurriyet.com.tr/tarihi-bir-an-17893020 (Son Erişim: 01.11.2017).
[6] http://www.radikal.com.tr/turkiye/pir-sultan-senliklerinde-22-yil-sonra-bir-vali-1054056/ (Son Erişim: 01.11.2017).
[7] http://www.abdullahgul.gen.tr/haberler/170/87676/cankaya-koskunde-muharrem-orucu-acma-yemegi.html ; http://arsiv.dha.com.tr/cankaya-koskunde-muharrem-orucu-acma-yemegi_551638.html (Son Erişim: 04.11.2017).
[8] http://www.radikal.com.tr/politika/cumhurbaskani-gulden-cemevi-ziyareti-1161153/ (Son Erişim: 03.11.2017).
[9] http://hurbakis.net/content/bakanlik-alevi-dedelerini-kutsal-yolculuga-cikariyor (Son Erişim: 04.11.2017).
[10] http://www.diyanet.tv/dibden-asura-gunu-ve-kerbela-sehitlerini-anma-etkinlikleri/ (Son Erişim: 04.11.2017).
[11] http://www.diyanet.tv/baskan-gormez-bektasi-dernegini-ziyaret-etti (Son Erişim: 04.11.2017).
[12] http://www.diyanet.tv/muharrem-iftarlari (Son Erişim: 04.11.2017).
[13] http://blog.milliyet.com.tr/alevileri-kim-temsil-ediyor-/Blog/?BlogNo=448334
[14] https://www.alevice.net/ ; https://www.pirha.net/ ; http://www.peyik.com/ ; https://www.alevinet.com/
[15] HÜR, Ayşe, “Henüz ağıtı yakılmamış 1978 Maraş Katliamı”, Radikal Gazetesi, 2014, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/henuz-agiti-yakilmamis-1978-maras-katliami-1255547/ (Son Erişim: 04.11.2017).
[16] http://www.posta.com.tr/aihm-corum-katliamini-gormedi-haberi-95437 (Son Erişim: 04.11.2017).
[17] https://www.pirha.net/avukat-sadik-eral-aleviler-corum-katliaminin-hem-magduru-hem-de-sanigi-video-72400.html ; http://www.istanbulgercegi.com/corum-katliami-nin-uzerinden-37-yil-gecti-68154558.html (Son Erişim: 04.11.2017).
[18] http://www.ntv.com.tr/turkiye/sivas-katliamina-goz-gore-gore-zamanasimi,NYMyBhwbnUCJH_Fh2KU66 (Son Erişim: 04.11.2017).
[19] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150702_sivas_1993 (Son Erişim: 04.11.2017).
[20] http://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/157794-sivas-katliami-davasi-aym-de (Son Erişim: 04.11.2017).
[21] http://bianet.org/bianet/siyaset/162977-videolarla-gazi-katliami-ve-dava-sureci (Son Erişim: 04.11.2017).
[22] https://www.alevibektasi.eu/index.php?option=com_content&view=article&id=786:2015-07-19-09-54-04&catid=67:din-dersi (Son Erişim: 02.11.2017).
[23] https://www.alevibektasi.eu/index.php?option=com_content&view=article&id=786:2015-07-19-09-54-04&catid=67:din-dersi (Son Erişim: 04.11.2017).
[24] “Türkiye’de Din ve Eğitim”, Sabancı Üniversitesi eğitim Reformu Girişimi, İstanbul: 2011, s.20. http://www.egitimreformugirisimi.org/wp-content/uploads/2017/03/ERG_T%C3%BCrkiyede-Din-ve-Egitim-Son-D%C3%B6nemdeki-Geli%C5%9Fmeler-ve-De%C4%9Fi%C5%9Fim-S%C3%BCreci.pdf ; http://www.aihmiz.org.tr/aktarimlar/dosyalar/1352454329.pdf . (Son Erişim: 04.11.2017).
[25] Age. s.20.
[26] http://bianet.org/kadin/egitim/130899-mahkeme-karari-uygulandi-takdirname-aldi (Son Erişim: 19.10.2017).
[27] http://t24.com.tr/haber/alevi-aile-dava-acti-mahkeme-din-dersi-zorunlu-olamaz-dedi,223866 (Son Erişim: 19.10.2017).
[28] https://www.evrensel.net/haber/312165/zorunlu-din-dersi-icin-yurutmeyi-durdurma-karari-verildi (Son Erişim: 18.10.2017).
[29] Age. , s.20.
[30] https://www.birgun.net/haber-detay/zorunlu-din-dersi-muafiyeti-talebine-mahkemeden-ilginc-ret-din-dersi-nesnel-ve-rasyonelmis-149636.html (Son Erişim: 18.10.2017).
[31] http://www.cemvakfi.org/pages/Haber/13/aihm%E2%80%99den-aleviler-icin-tarihi-karar (Son Erişim: 20.10.2017).
[32] http://www.radikal.com.tr/turkiye/yargitay-cemevine-kapiyi-kapatti-ibadethane-degil-1095215/ ; http://www.hurriyet.com.tr/cankaya-cemevi-yaptirma-dernegi-hakkindaki-kapatma-davasina-ret-18899273 (Son Erişim: 20.10.2017).
[33] http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/danistay-cemevleri-ibadethanedir-h37424.html ; http://www.hurriyet.com.tr/erenler-egitim-ve-kultur-vakfindan-elektrik-fa-40531698 (Son Erişim: 20.10.2017).
[34]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/634858/Cemevine__elektrik_muafiyeti__davasinda_karar_verdildi.html (Son Erişim: 18.10.2017).
[35] http://kararara.com/aihm/turkce/aihm10286.htm (Son Erişim: 20.10.2017).
[36] https://bianet.org/bianet/din/119791-aihm-kimliklerde-din-hanesi-kaldirilmali (Son Erişim: 25.10.2017).
[37] Bknz. dipnot 47.
[38] https://www.birgun.net/haber-detay/din-hanesi-karari-yine-uygulanmadi-111221.html (Son Erişim: 25.10.2017).
[39] http://www.echr.coe.int/Documents/CLIN_2014_12_180_TUR.pdf s.29 (Son Erişim: 25.10.2017).
https://www.birgun.net/haber-detay/aihm-turkiye-yi-alevi-yurttaslara-ayrimcilik-tan-mahkum-etti-101502.html (Son Erişim: 25.10.2017).
[40] http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/karar/yalcin.pdf (Son Erişim: 04.11.2017).
[41] http://www.hurriyet.com.tr/aihmden-flas-din-dersi-karari-27218120 (Son Erişim: 25.10.2017).